25 Mayıs 2014 Pazar

Updating

     Bu yıl blogumu çok ihmal ettim. Birçok şey değişti, fakat yazmaya vakit olmadı hiç. Güncelleme yapmak adına kısa bir özet geçeyim dedim.

     En baştan alacak olursak, bu sene eve çıktım. Yurt fazla kalabalıktı, insanlar fazla yorucuydu. İlk başta yurt eğlenceli gelse de sonradan ev fikri daha cazip göründü. Büyük cesaretti aslında benimki; daha önce tek başına kalmamış, yalnızlıktan pek hoşlanmayan, yemek yapmayı bilmeyen ve ev işlerinden de pek anlamayan biri olarak tek başına eve çıkmak.

     Önceleri biraz çuvalladım belki ama iyi adapte oldum sonra. Tek başına yaşamak insanın kendisini tanıması için büyük bir fırsat. Ne yapabileceğini tam olarak görebilmek, kendi düzenini kurabilmek, daha fazla sorumluluk almak kişiyi olgunlaştırıyor. Mutfakta bir Emine Beder, ev işlerinde bir Ms. Muscle değilim belki ama ikisinin de üstesinden gelebilecek seviyeye ulaştım.

     Yeni arkadaşlar edindim. Hatay eğlenmek için çok fazla seçeneğin olduğu bir yer değil, özellikle de merkeze uzak olan kampüs çevresi. Bu yüzden etrafta güzel insanlar, iyi dostlar olmadan fazla monoton.  Gerçi bakmayın böyle konuştuğuma, tıp 2'de derslerden başımızı kaldırmaya pek vakit olmadı. Hatta toplanıp kütüphaneye gitmek, toplu ders çalışmak son ayların gözde eğlencesi. Diğer fakülteler finallerini bitirip eve gitti, biz hala komiteye kasıyoruz. Durum vahim yani.

   
Saç rengimi değiştirdim. Merak edip de soramayanlara, sorup da anlayamayanlara gelsin: Bazı insanlar inatla Hürrem rengi dese de İrlanda kızılı arkadaşım bu. Tamam her yıkamada açılıp tondan tona girdiği doğrudur ama demeyin bana öyle Hürrem falan. :)

30 Haziran 2013 Pazar

Güven Duygusu

         Uzun zamandır buralarda takılmıyorum. Bir anlamda uzun zamandır içimi doyasıya dökmüyorum, hiç kimseye sözümü kesme fırsatı tanımadan.
         Bu sefer diğer yazılarımdan farklı bir yazı yazacağım; günlük hayatın içinden, hatta tam ortasından ama soyut bir konu bu sefer konumuz. Güven duygusu...
         Sizde durumlar nasıl bilmiyorum ama benim en önem verdiğim şeylerden biri karşılıklı güvendir. Kolay güvenmem hiç kimseye durduk yere. Söz konusu insan ister ailemden ister arkadaşlarımdan olsun, ister 1 aydır ister 1 yıldır tanıyor olayım, güvenemem öyle pat diye her sözüne.
Ben dobra bir insanım. Hiçbir şeyi kolay kolay içime atmam, içimde tutmam. Birine mi sinirlendim? Gider yüzüne patlarım, arkasından konuşmam. Birinin benim hakkımda bir şey dediğini mi duydum? Gider gözlerinin ta en derinlerine bakar hissettiririm onun düşündüğü kadar budala olmadığımı. Karşı taraftan da aynı şeyleri beklerim ama. Arkamdan konuşacağına adam ol, gel karşımda dimdik dur ve sorunun neyse söyle. Sağda solda hakkımda atıp tutup da sonra gelip bana iyi arkadaş numaraları kesme. Etraftaki tek beyni olan yaratık sen değilsin unutma, herkes göründüğü kadar saf da değil salak da!
         Şu zamana kadar etrafımda bin çeşit insan oldu: Adam gibi adamlar, ergenler ve bir ömür ergen kalanlar, iki yüzlüler, yüzsüzler, arkadaşı için tüm dünyayı karşısına alanlar, dünyanın kendi etraflarında döndüğünü sananlar, gözünü para hırsı bürüyenler, gözünü başarı hırsı bürüyenler, uyuşturucu kullananlar, alkolikler, sigara içmeyi racon kesmek sananlar, sonuna kadar aşık olanlar, aşkla cinselliği karıştıranlar, lezbiyenler, gayler, aşırı dinciler, aşırı ateistler...
        Ön yargılarım yoktur, her insanla oturup sohbet edebilirim. Hepsinin gözünden bakabilirim dünyaya. Ama hepsi olamam. Yüzsüz olamam mesela çünkü utanma duygum var, kendimden utanırım başkasından değil. Paranın da başarının da ne demek olduğunu iyi bilirim: İkisinin de fazlası zarar, kararında olacak olacaksa. İnsanlara da güven verebildiğimi düşünürüm. Gelip birçok insan bana özelini anlatıyor, fikrimi soruyorsa demek ki bunu hissettirebiliyorum. Üniversiteye gelirken insanları artık tanıdığımı düşünürdüm. Çok yanılmışım. Her tarafta bin bir yalan bin bir dolan. Çeksen belgesel olur. Hakkında yanıldığım çok insan oldu evet ama hakkında  haklı olduğum da varmış bi hayli, gördük zamanla.
        Benim anlamadığım neden birçok insanın dürüstlükten bu kadar uzak olduğu. Hani siz yalan söylüyorsunuz da  karşınızdakilerin hiçbiri hiçbir şey anlamıyor ya, hah işte yok öyle bir dünya! Herkes her şeyin farkında, asıl uyuyan asıl aptal durumuna düşen sizsiniz ama haberiniz yok maalesef.
        Aldatmak mesela... Neden aldatır insanlar birbirlerini? Aldatmak hafife alınacak bir şey değildir. Küçüğü, büyüğü de olmaz. Eğer karşındakinden aldatacak kadar vazgeçebilmişsen, eğer karşındakinden onu aldatacak kadar nefret ediyorsan ne işin var hala onunla? Anlamıyorum. Hiçbir zaman da anlamayacağım. Eğer aşk herkesin söylediği gibi dünyadaki en yüce duyguysa, o zaman aldatmak da dünyadaki en aşağılık duygu. Aldatan da şerefsizin ta kendisi! Aldatan kadınları gördükçe hemcinslerimden, aldatan erkekleri gördükçe de ilişkilerden soğumamak elde değil.
         Ben karşımda duran insana sonuna kadar güvenebilmek istiyorum her konuda. Ne olursa olsun bana doğruyu söyleyeceğinden, bir şey saklamayacağından emin olmak... Çünkü ben böyleyim işte. Sevdiğim insanın hiçbir kötü özelliği olmasın istiyorum. Kafamda ona dair hiç bir soru işareti kalmasın, arkamı döndüğümde içim rahat olabilsin istiyorum. Bu yüzden belki bazen bunaltıyorum, belki de bunalıyorum ama elimde değil. Birisi bana yalan söylediğinde ya da benden bir şey sakladığında iyi niyetimin kullanıldığını, aldatıldığımı hissediyorum ve güven duygum da tamamen yerle bir oluyor. En sonunda da sanırım herkeste aynı şey oluyor; güvendiklerimizin sonuna kadar arkasında dururken, güvenimizi yıkanları sonsuza kadar hayatımızdan çıkarıyoruz. En azından ben öyle yapıyorum, şimdilik...


22 Eylül 2012 Cumartesi

Hatay'da Kurduğum Yeni Hayat

      Her insan hayatının bir dönemine geldiğinde kendi ayakları üzerinde sağlam bir şekilde nasıl duracağını öğrenecek. Ben de birçok genç gibi bunu içinde bulunduğumuz günlerde üniversite hayatına alışmaya çalışarak öğreniyorum. 
      
      Liseden sonra üniversite gerçekten çok farklı bir olay. Lisedeyken çoğumuzun yapması gerekenler bellidir. Sabah ebeveynler tarafından uyandırılır senin için hazırlanmış kahvaltı masasına oturursun. Evinin önünden servis seni alır okuluna bırakır. Okul biter eve gelirsin. Çalışman gereken dersler haricinde çok fazla bir sorumluluğun yoktur. Sonra aradan 3 ay geçer. Üniversiteye başlarsın. Benim gibi ailenden ayrılıp hiç bilmediğin bir şehirde yurt hayatına adım attıysan vay haline! Artık tek başına bir bireysin. Arkanı toplayacak kimse yok. Tüm sorumluluğun, mutluluğun, mutsuzluğun, yalnızlığın hepsi sadece ama sadece senin. Tüm kararları sen verecek, tüm adımları sen atacaksın. Artık bir yetişkinsin. Değilsen de merak etme, çok yakında olacaksın. 

       Hatay'daki ilk günüme tek başıma adım atmak istedim ben. Ailem "Seni biz götürüp yerleştirelim." dediklerinde "Hayır" dedim. Yeni hayatıma başlangıç yaparken ilkokul çocuğu gibi değil, olmam gerektiği gibi, olgun bir insan gibi davranacaktım. Yapabilirdim. Çok zor olamazdı. 3.5 saatlik yoldan sonra yurda geldiğimde ilk deneyimlediğim şey fiziksel acı oldu. Yurdun asansörü bozuktu ve odam üçüncü katta olduğu için 3 tane valizi o sıcakta yukarı taşımak zorunda kaldım. Odamı nihayet yerleştirdiğimde, abartmıyorum, kolumu kaldıracak halim yoktu. Ailemden ayrılmanın üzüntüsünün yanı sıra hiç kimseyi tanımamak kötü ruh halime tuz biber oldu. Tek başına yediğim, daha doğrusu yemeye çalıştığım, akşam yemeğinden sonra odama çıktım ve o gün olan herşey için hüngür hüngür ağladım. Sesimi duyacak kimse yoktu istediğim kadar içimi boşaltmakta özgürdüm. Sonra baktım beni durduracak kimse yok kaptım telefonu Burak'ı aradım. Burak herzamanki samimiyetiyle, dostluğuyla aramızda kilometreler olmasına rağmen yardımıma yetişti.

       Ertesi sabah ilk defa derse gittim. Yine tek başıma. Minibüse nereden binilir, nerede inilir bilmediğim için tıpçı erkek tayfayı takip etmek zorunda kaldım. İstesem gidip konuşamaz mıydım onlarla? Tabi ki yapardım ama o an içimden gelmedi. Daha fazla efor harcayamayacak kadar sıkkındı canım. Amfide ilk gördüğüm boş yere oturdum. Yanımdaki kız bana elini uzatıp "Merhaba adım Narin." dedi. İyi ki oturmuşum o sabah o sıraya. Şu an Narin benim en yakın arkadaşlarımdan. Bir de Güldeste var. Narin aracılığıyla tanıştığım. İyi kalpli, güler yüzlü dostum. Ailesinin bize emanet ettiği Güldeste... O günün sonunda yurda dönünce anladım ki bir insanın hayatını çekilir yapan, bir başka şehri benimseten etrafındaki insanlarmış. O günden sonra hiç ağlamadım mı, hiç üzülmedim mi? Tabi ki üzüldüm. Hatta 1 hafta boyunca hergün ağladım. Örneğin; yatağıma uzanmış müzik dinliyorken rastgele çalan bir Echo şarkısı bana lisemi, Tarsus'u hatırlattı ve ben orada hıçkırıklara boğuldum sebepsiz yere. Beni bilen bilir; ben duygularımı sınırlarda yaşarım. Sevincim sevinç, üzüntüm üzüntüdür. Çabuk sinirlenmem ama sinirlendiğimde çok kötü olur. O da saman alevi gibidir gerçi, maximum 10 dk sürer. 10 dk sonra herşeyi unuturum. Ne diyordum? Dostluklar... Yurttan da birçok arkadaşım, dostum var şimdi. Herşeyden önce biricik ilkokul arkadaşım Senacığım var. Her zaman gülen yüzüyle, bitmeyen neşesiyle, muhteşem şarkılarıyla hep yanımda. Sena aracılığıyla tanıdığım Muhammed var. Onunla tanıştığım anı unutabilir miyim bilmiyorum. Daha önce kimseyle o şekilde tanışmadım çünkü. Ama iyi ki tanışmışız. Her ne kadar abi demesem de bana gerçekten abilik yaptı. Beni yalnız başıma tıkıldığım odamdan çıkarıp arkadaşlarıyla tanıştırdı. Yurt hayatının ne olduğunu bana öğreten de o. Sena ve Muhammed'in hakkını ödeyemem. Bunun dışında Emel ve Müge var en çok vakit geçirdiğim. İkisi de dünya tatlısı insanlar. Emel'in yurtta ilk tanıştığı kişi benim. "İlk günüm." dediğinde gözlerindeki yalnızlığı gördüm. Kendi ilk günüm geldi aklıma. Sonra da yalnız bırakmadım elimden geldiğince. Müge Tarsus'ta büyümüş ama bizim yollarımız Tarsus'ta hiç kesişmemişti. Hayat işte, kimle nerede tanışacağın hiç belli olmuyor. Mügeyle tanıştığım gece yurttaki en zor gecelerimden biriydi. Uyuyamayacağımı söyleyince Müge beni bırakmadı. Nerdeyse güneş doğana kadar oturup sohbet ettik. O anlattı ben dinledim. Ben anlattım o dinledi. Ta ki artık gözlerimizi açmaya halimiz kalmayana kadar... Ertesi sabah da artık arkadaştan öte dosttuk. Müge ayrıca benim ilk hastam. Soğuk algınlığında yemeklerini bile ben seçtim. İyileştirebildiysem ne mutlu bana.

       Anlattıklarım dışında daha birçok insan var. Anatomide bana yardım etmeye söz veren Rıdvan da dahil. Hepsini tanıdığım için o kadar şanslı, o kadar mutluyum ki!  Yurt hayatı bir işkenceden eğlenceye dönüştü. Gece yarısına doğru çalınan gitarlar, sazlar, söylenen Türkçe, Kürtçe, Arapça, İngilizce şarkılar, kızlarla yaptığımız balkon sohbetleri, yurdun karşısındaki kafede akşam içilen keyif kahvelerimiz... Artık birimizin derdi hepimizin. Bu hepimizin hayatı. Aynı puzzleın farklı parçalarıyız sadece. Benzer hikayelerimiz, eşsiz ruhlarımız var ama hala biraradayız hepimiz. Neşemiz beraber, kederimiz ortak. Özlem hepimizde var. Yakında olmasını en çok istediklerimiz bazen en uzaktakiler. Bazen de yakınlar ama olmasını istediğimiz yerde değiller. Herşeye rağmen hayat akıyor ve biz bir şekilde büyüyoruz.

23 Ağustos 2012 Perşembe

Yeni Çizimlerim!

       Bu aralar manga çizimine merak sardım. Ne zaman boş vakit bulsam ya da canım sıkılsa defterimi, kalemlerimi alıp çizim yapmaya koşuyorum. Çizim işinde daha yeni olduğum için şu anki yöntemim youtube'daki videolu anlatımları takip etmek. Çok beğendiğim birkaç profesyonel insan var. Hem çiziyor hem de tekniklerini anlatıyorlar hatta arada espri yapanı bile var. Böylece çizim yaparken sanki beraber çiziyormuşsunuz hissi veriyor ve çizim yapmak daha eğlenceli hale geliyor.
       Bunlar dün ve bugün yaptığım çizimler. Yaparken çok eğlendim. Yüz ve saç çizimini hemen hemen öğrendim sayılır. Sıra geldi benim en sevdiğim bölüme yani kıyafetlere. Onlar da başka bir zamana artık. :)

Orijinal videoyu burada bulabilirsiniz.

Bu da benim yaptığım çizim. Muhtemelen şu ana kadar çizdiğim en şirin şey! :)


Orijinal videoyu burada bulabilirsiniz.

Bunu dün çizdim. Beni en çok uğraştıran yeri gözleri oldu ama fena olmadı sanki?

21 Ağustos 2012 Salı

Her şey bir rüyayla başlamaz mı aslında?

         Uçurumun hemen yanında kocaman bir ağaç...Rüzgar, uzun simsiyah saçlarımın arasından usulca üflüyor, her seferinde birkaç telin dans etmesine seyirci olarak. Vakit henüz çok erken, güneş daha yeni doğuyor. Şimdi doğanın sessizliğinden uyanma vakti... Ellerini tutuyorum, teninden yayılan huzur verici sıcaklığı hissederek. Uzun zamandır özlediğim bir his, diyorum kendime. Sen duymuyorsun bile, hiçbir şey söylemiyorsun hatta... Umrumda da değil zaten. Seni tekrar yanıbaşımda görmenin hipnotize edici neşesi içindeyim. Etrafında dönüyorsun. Hala ellerimi tutarak... Sonunda kendimi toparlayıp gözlerinin içine bakıyorum, gülümsemene çoktan kapıldım bile... İki ruhun yeri doldurulamaz arzusu, yaşlıların söylediği gibi sonsuz aşk, birbirini tamamlamanın anlamı... Hepsi havada, hepsi dokunulabilir şu an. Nerelerdeydin, diye fısıldıyorsun kulağıma. Sesinin tonu damarlarıma karışıyor...Sonra bir şarkının tanıdık melodileri geliyor bir yerlerden. Sanki sonsuzluğun ortasında değilmişiz gibi... Müzik rüyamıza ortak olmak istermişçesine etrafımızı sarıyor. Rüya, diye fısıldıyoruz. Her şey bir rüyayla başlamaz mı aslında?..

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
        A giant tree just next to a cliff. Wind is slowly blowing through my long, black hair. It's early in the morning. The sun is just rising up. Time for nature to wake up from its slience. Im holding your hands. Feeling the warmth... Something I had been missing a lot, im saying to myself. You dont even hear. Nor giving a reply... I dont care, I'm so hypnotized by the joy of having you right next to me again. You are turning around, my hands are still resting in yours and i'm finally looking up into your eyes. Already caught up in your smile... The irreplacable desire of two souls, endless love as the ancients say, the meaning of making each other complete... All touchable in the air. Where have you been, you are whispering to my ear. The tone of your voice is rushing through my veins. Then the rhythm of a familiar song is coming from somewhere, like we are not in the middle of nowhere, slowly surrounding us like it wants to be a company to our dream. Dream, we say... Doesnt everything start with a dream?..